Marka

Marka Hikayesi

Hayatımızın yarısından fazlasını geçirdiğimiz kapalı alanların tasarımları, görünüşleri ruhumuzu ve dolayısıyla davranışlarımızı da etkiler. Bu yüzdendir ki tasarım sadece görsel bir olgudan öte bir düşünsel süreç ve yaşamı geliştiren bir eylemdir. Tasarım, insan deneyimini merkeze almak ve insan ile empati kurmak zorundadır. Doğru mobilya tasarımı ise bizi an’a odaklar, olağanı, olağan dışı, normali ise özel kılarak insanı yaşam alanlarına yakınlaştırır. O, hayatın belki de görünen yüzüdür.

JANRA olarak biz, hikâyemizden aldığımız ilham ile, yaşam alanlarımızın tasarımında yeni bir bakış açısı ve tür yaratmayı hedefliyoruz. İnsanların ve mekanların birbirine benzediği, tekdüzeleştiğimiz dünyamızda estetik algıların plastikleştiği bir çağ yaşıyoruz. JANRA olarak bunun çözümünün doğal, nefes alabilen, yaşayan malzemeyi yeni bir tür ve tasarım dili ile yaşam alanlarımızla bir simya ile buluşturmak olduğunu biliyoruz. Unutulmaya yüz tutmuş yadigâr zanaatlerimizi, bugünün trendleri ile yorumlamak ve yarının mobilyalarına imza atmak istiyoruz. Yeni olanı tanımlamak isterken, alışılagelmişi ve vasatı asla denemek istemiyoruz.

Her tasarım imzasını taşıyan markanın ruhunu yansıtır. Bazen markayı tanımlayamasak ta, tasarımın o markaya ait olduğunu türünden, çizgisinden anlarız, duygusu bize geçer ve ruhumuza tanıdık gelir adeta. İşte tam da bu duyguyu JANRA kullanan herkesin ruhunun derinliklerinde, gördüğü ve dokunduğu ilk andan itibaren hissetmesini istiyoruz. JANRA olarak biz mobilyanın sadece görünüşüne değil, hissettirdiklerine ve yaşattığı deneyimlere odaklanıyoruz. Ruhu olan ve yaşayan mobilyalar yapmak en büyük hayalimiz.

Çünkü biliyor ve inanıyoruz ki;
Hayatı duyularımızla algılar, ruhumuzla anlamlandırırız.